Sayın Adnan Oktar'ın A9 TV'deki canlı sohbeti (30 Nisan 2013; 16:00)

  • 10 yıl önce
AYŞE KOÇ: Ruhum, bir tanem, yakışıklı Hocamla sohbetimize başlıyoruz, inşaAllah.

ADNAN OKTAR: Didem Hocam buyurun.

DİDEM ÜRER: Başbakan Erdoğan son konuşmasında, Peygamberimiz (s.a.v)’in şu hadisini hatırlattı; “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar. İşte 1920’de meclisimiz Atatürk’ün talimatıyla Cuma namazını müteakiben bu hadisin verdiği atmosferle açılmıştır” dedi. Ve “Gazi Mustafa Kemal, iki gün boyunca tüm illerde Kuran-ı Kerim hatmedilmesini, hatim dualarının yapılmasını, mevlitler okutulmasını, minarelerden de salavat-ı şerifler getirilerek meclisin açılışının kutlanmasını emretmiştir. Bu heyecan, Misak-ı Milli sınırlarımız içinde de kalmamış, Afganistan’dan Pakistan’a, Balkanlar, Ortadoğu, Arjantin’e kadar yayılmıştır. İşte bu üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir ortamdır. Çünkü zafer böyle kazanılmıştır” dedi.

ADNAN OKTAR: MaşaAllah. İttihad-ı İslam’ın anlatımını kendi diliyle, kendi üslubuyla, lisan-ı münasiple anlatmış, maşaAllah. Başbakan, bu hükümeti kurmadan önce Türkiye otuz yıl, kırk yıl, elli yıl rahat etmedi. Bu bir gerçek, bunu inkâr etmeye gerek yok, dürüst davranmak lazım. Mafya kol salmıştı. Herkes mafyaya haraç veriyordu aşağı yukarı. Mafya devletin mafyasına bağlıydı, ana mafyaya bağlıydı, iddia edilen Ergenekon terör örgütüne bağlıydı. Bir kısım devlet memurları millete tepeden bakıyordu. Malum bu meşhur, inkâr edilecek gibi değil. Haşa adam yerine koymuyorlardı. Ve millet potansiyel tehlike olarak görülüyordu, bazı memurlar tarafından. Potansiyel tehlike. Her an suç işleyebilecek, her an tarassut altında tutulması gereken ve normal mekanın da hapishane olması gerektiğine inanıyorlardı. Birçok insan şaşırıyordu dışarıda gezdiğine. “Ben nasıl oluyor dışarıda beni gezdiriyorlar? Nasıl öldürmüyorlar? Nasıl dışarıda gezebiliyorum?” diye hayret ediyordu birçok insan. Birçok Müslüman, özgür olmasına hayret gözüyle bakıyordu. Ya mezardı Müslüman’ın yeri ya da hapishaneydi, bazı bürokratlar açısından, bazı kişiler açısından. Tayyip Hocam bu belayı def etti.

Didem Hocam dinliyorum. Nedir bu tatlı böyle?

DİDEM ÜRER: Hocam, bu badem şekeri sizin ellerinizden öpüyormuş, Zeynep Elif. Şu an sevinçten yerinde zıplıyormuş annesinin söylediğine göre.

ADNAN OKTAR: Allah, ne diyeyim ben şu tatlılığa? Bembeyaz acayip güzel. Nur gibi canım benim, maşaAllah. Ne kadar güzel varlık bu böyle?

DİDEM ÜRER: Bu da annesi. İkisi de sizi çok seviyorlarmış. Hülya annesi de. Dualarınızı bekliyorlarmış.

ADNAN OKTAR: Allah ömrünü uzun etsin, sağlık, sıhhat, afiyet versin. Derin iman nasip etsin Cenab-ı Allah. Derin iman oldu mu, bitti. O an, cennet hayatı başlar. Derin iman oldu mu, cennet başlar. Nimet akışı başlar. Gerçekten eğer samimi imanlı ise, bir kişi bile olsa dünya hâkimi olur. Bak bir kişi bile yetiyor, bir tane adam. Allah dünya hâkimi yapıyor. Mesela Hz. Süleyman (a.s) çok imanlıydı, Allah dünya hâkimi yaptı. Hz. Zülkarneyn (a.s) tekti tek, imanlıydı, Allah dünya hâkimi yaptı. O kadar. Sabır, iman, samimiyet, bu kadar ve dünyadan geçmek. Hz. Yusuf (a.s) güzeller güzeli benim tatlı dedem, o dünya tatlısı, hâkim oluyor artık bütün Mısır’ın mülkü onun oluyor, “Ya Rabbi” diyor, “bana cennetini nasip et. Bana ahiretin güzelliğini nasip et” diyor. Dünya ile ilgili hiçbir talebi yok. Hemen babasını annesini geçiriyor tahta, hürmet gösteriyor onlara sevgi gösteriyor. Kendi makamına geçiriyor. Onlar da sevgi gösterisi olarak secdeye ayağına kapanıyorlar. Bu sevgi gösterisi olarak yapılıyor tabii tapma anlamında değil, sevgi olarak. Ayağına kapanıyor. O, tevazunun en yüksek noktasıdır, sevginin en yüksek noktalarından bir tanesidir. Şirk anlamında değildir, ibadet olarak yapılmıyor. Sevgi olarak yapılıyor. Mesela birisinin elini öpmek. Diyor ki, “ancak Allah’a eğilirim.” Kardeşim sen hürmetinden eğiliyorsun. Sevgi olarak eğiliyorsun. Yerden bir şey almak için eğilmiyor musun? O zaman yere de eğilme sen, değil mi? O zaman yerdekine tapmış oluyorsun. Haşa öyle mantıksızlık olur mu? Sen orada hürmet gösteriyorsun, sevgi gösteriyorsun. Eğilip el öptüğünde, o sevginin, tevazunun bir gösterisi. Annelerin, dedelerin elleri öpülür. Büyüklerin, şeyh efendilerin elleri öpülür. Yalnız el öpme değil de, eli dudağa temas ettirmek olmaz. Çünkü mesela el öpülüyor, birçok kişi gelip öpüyor. Birinde bir rahatsızlık olabilir, diğerlerine geçebilir. Çeneyi değdirmek lazım. Çünkü bak ayette diyor ki; “Çenelerinin üstüne kapanırlar.” Eğer hürmet ifadesi kastediliyorsa çeneyi değdirmekte bir hürmet ifadesidir. İlla dudak değildir. Alnına koyabilir. Çenesini dokundurabilir. Ama dudak temasından kaçınmak lazım. Yani birinci öpen adam griptir Allah vermesin ikinci öpene o şey olabilir. Allah vermesin. O bi

Önerilen